Türkçe / November 21, 2017

Bir İstanbullu: Füreya

 

*Ölümünün 20. yılında Kale Grubu tarafından Akaretler Sıraevler’de düzenlenen en kapsamlı Füreya retrospektifi sergisi bize onu, yaşamını ve eserlerini onurlandırma ve üzerine düşünme fırsatı yarattı. 

 

ŞAKİR PAŞA AİLESİ

Füreya, 1910 yılında Büyükada’da Şakir Paşa ailesine doğar. Ada, kimi Osmanlı ailelerinin Sultan Abdülhamid’in baskıcı rejiminde bir sığınak olarak çekildikleri masalsı, ama gönüllü bir sürgün yerine dönüşmüştür. Şakir Paşa ailesinin maceraları ve Türk sanat ve edebiyat dünyasına katkıları bir kuşaktan ötekine kesilmez. Yaşadıkları trajedilere rağmen biz onları hep edebiyat, sanat, müzik ve maalesef bugüne ulaşamayan köşkleri ile anarız.

Füreya’nın dedesi Şakir Paşa ve sürgün sonucu hasta düşüp vefat eden kardeşi Cevat Paşa, sadrazamlık görevleri ve Osmanlı tarih yazımı ile hatırlanır; ama satır araları fotoğraf ve seramikle (emay) de ilgilendiklerini gösterir. Amcasının ismi ile yaşayan büyük oğul Cevat Şakir, babası Şakir Paşa’nın ölümüne neden olduktan sonra,  hayatın garip bir cilvesidir, yazıları ile Mavi Anadolu’ya ve kendi elleriyle diktiği çiçeklerle Bodrum’a hayat verir. Şakir Paşa’nın ortanca kızı, Fahrelnissa Zeid, uluslararası müzayedelerde rekor fiyatlara satılan tablolarıyla Türk resim sanatına değer kazandıran bir ressam olur. Hem kız kardeşi Aliye’nin, hem de yeğeni Füreya’nın acı kayıpları ile başa çıkmalarına yardımcı olmak amacıyla onları sanata yönlendirir; acılarını dönüştürmede Aliye gravüre, Füreya seramiğe sığınır. Aliye’nin eşi, müzisyen damat Karl Berger ise  keman virtüözü Ayla Erduran’ı keşfederek yetiştirir.

Anneleri,  İsmet Sare hanım çocuklarını yetiştirirken doğulu gelenek ve göreneklerin alafranga eğitimlerine ters düştüğünü düşünmez. Belki de bu yüzden, Türk sanat ve edebiyatına eşsiz katkıları olmuş Şakir paşa ailesinin fertleri, farklılıklarını ve başarılarını aldıkları batılı eğitime olduğu kadar, doğulu köklerini koruyabilmiş olmalarına da borçludurlar.

 

 

YAŞAMI 

Büyüdüğü ada ortamı ve yaşadığı dünya, trajediler ve savaşlarla ilmek ilmek çözülürken, Füreya kendini yeni bir ortamda bulur: sınırları eskisinden farklı, cumhuriyet rejimine dayalı yeni bir ülke kurulmuştur. Babası Emin Koral, sınıf arkadaşı Mustafa Kemal’in yanında kurmay subay olarak Kurtuluş Savaşı’na katılarak bu yeni ülkenin oluşumunda bizzat mücadele vermiştir. Annesi, Hakkıye Hanım’ın yakın arkadaşı Latife Hanım, Mustafa Kemal ile evlenmiştir. Hayatında, cumhuriyet rejiminin kurucu ve idari kadrolarına ailecek yakın durdukları yeni bir dönem başlar. Etrafındaki kadınların Cumhuriyet’in kadın rol modelleri olduklarını hatırlarsak, çok da şaşırtıcı bir durum değildir aslında.

Ne yapsam, nasıl yapsam da bu ülkeye faydalı olsam, sorusu 9 yaşında iken Mustafa Kemal’in, günlüğüne, bu memleket sizden görev bekler, notunu düştüğü günden beri aklını meşgul eder. Dame de Sion eğitiminin akabinde, tıp okumaya karar verir. Belki sebebi, Kurtuluş Savaşı’nda gönüllü hemşirelik yapan annesidir; belki de o çalkantılı dönemde bütün genç kadınları aynı şekilde etkileyen Çalıkuşu sendromudur. Sonrasında, felsefede karar kılar. Ama tam da bir karar sayılmaz.

Üç evlilik yapar: ilk evliliğini Bursalı Selahattin Bey ile, ikincisini Mustafa Kemal sayesinde tanıştığı Kılıç Ali ile; üçüncüsünü de seramik ile. Veremden yatağa düşüp İsviçre’de bir sanatoryumda tedavi gördüğü dönemde teyzesi Fahrelnissa Zeid sayesinde çıkış yolunu – ve bu ülkeye vazifesini- sanatta bulur. “Herkesin resim ve müzikle uğraştığı bir ailede ben ne yapacaktım?” sorusunun cevabını, Türkiye’nin ilk çağdaş kadın seramik sanatçısı olarak verir. 

Paris’in sıkıntılı şartları kadar, Türklerin “yapamazsın burada seramik” çıkışları da onu alabildiğine zorlar. Cevabını bilmediği birçok soru sorarak azimle seramiğe devam eder. Paris’te ilk sergisini 51 yılında, İstanbul’da ilk sergisini ise Maya Galerisi’nde 54 yılında açar. İstanbul’da kurduğu atölyesi genç seramik sanatçılarına çalışma ortamı sağlar; aynı zamanda dönemin aydınlarının buluşma noktası haline gelir. 46 yıllık sanat yaşamına çok sayıda ödül, sergi ve dost sığdırır.

Başarısı, köklerinin bulunduğu yerde köklerinden beslenmesinden geliyordur. Panolarına yansıttığı güneşin sarısı, onu ifadesiyle güneşin rengi ancak bu topraklarda böyle olabileceği için o tondadır.

 

 

ESERLERİ: KUŞLAR, EVLER, PANOLAR, OBJELER

Birinci Dünya Savaşı ertesinde beliren yeni düzen, Avrupa’nın yeniden inşasını ve dolayısıyla yaşam alanlarına yeni bir bakış açısını gerekli kılar: makine estetiğinden aldığı ilhamla fonksiyonu her şeyin önüne koyan ve sanayi ile sanat arasındaki uçurumu örtmeyi kendine amaç edinen Bauhaus. Mimarlarla sanatçıların eşit pozisyonlarda yeni ve modern yaşam alanlarını şekillendirmesini ilkesini benimseyen bu akım bir süre sonra dünyayı kasıp kavurur; Füreya da buna kayıtsız kalmaz. 

Uterit İzgü başta olmak üzere, dönemin mimarları iş birliği yaparak yeni inşa edilen kamu alanlarını (Tıp fakülteleri, pastaneler, oteller vs.) dev duvar panoları ile bezer. “Süslemek” ifadesini kullanmaz, Füreya. Çünkü sanatın, mimarinin süsleyici değil, vazgeçilmez bir öğesi olduğuna inanır. Bu anlamda, Osmanlı çini geleneğinden ziyade, Selçuklu çini geleneğine daha yakın durur. “Geleneksel çini mirasımızı nasıl ihya etmeli?” sorusu aklını kurcalar durur. Ona “ateşin çocuğu” ismini veren Tanpınar, geçmişimizin zenginliği tehlikelidir; çünkü onu tekrar etme hatasına düşeriz, der. Füreya’nın ise bu hataya düşmeden geleneksel çini sanatımıza modern bir yaklaşım getirdiğini belirterek, ona hakkını teslim eder.

12 Eylül’ün gölgesinde, Cengiz Bektaş’ın ifadesi ile kimselerin birşeyler yapmaya istekli olmadığı bir zamanda olumsuzluklara aldırmadan arı gibi çalışanlar vardır. Her ay “bu toplumun yüz akı olan” kişilerle söyleşi yaparak kayıt alırlar. Bu sanatçılardan biri de Füreya’dır. Azra Erhat’ın bir sorusu, ‘sanat eseri nedir?’ sorusuna evrildiğinde, “Sanat eseri, bir şey yaratmak değil, yenilik değil; insanlar arasında kontak kurmak, bir yol bulmak, bir gönül yolu bulmak” diyor Füreya. Yaşamı boyunca sanatı ile hem mesajına, hem de topluma yakın durmayı yeğleyerek kendine sadık kalmayı başarır. Yakın çevresi için gündelik hayatta kullanılmak üzere objeler tasarlar; hem boşandıktan sonra geçim kaynağı da olur bu fincanlar, tabaklar… Kılıç Ali, ise “Fincan yapıp satıyormuş.” diyerek küçümser onu. Oysa, Füreya sanat ve gündelik hayat birbirlerinden bu kadar kopuk, uzak olmasın ister. İnsanlar, tasarladığı objelere baksın; onları kullansın ister.

80’lerde yarattığı seramik evler, insanın aklına hayatında önemli bir yer tutan Elmadağ apartmanlarını getirir: Ailesiyle kışları geçirdiği Şakir Paşa Apartmanı, kocası Kılıç Ali ile yaşadığı El Irak Apartmanı, boşanmasından ölümüne kadar hem atölye hem de yaşam alanı olarak kullandığı Arif Paşa Apartmanı’ndaki dairesi ve tam karşısında yer alan Surp Agop Vakfı’na ait sıra evler. O insanları, insanlar da onu izler belki. Pencerelerden pencerelere akan hayatlar, içi boşalan yaşamlarımız cinsiyetsiz içi delik insan figürlerinde tezahür eder.

Füreya üzerine yazdığı ‘Ateş ve Sır’ isimli denemesinde, Ferit Edgü belleğin, bir sanatçının yaratma sürecindeki önemini sorgular. Her sonbaharda, annesinin onu Hristos tepesine çıkartarak leyleklerin sıcak iklimlere göç etmelerini izlettiğini anlatır Füreya. Betimlemekten hiç vazgeçmediği kuş imgeleri ve ışığını hiç unutamadığı Büyükada bize işte böyle intikal eder. 1997 yılında, dedesi Şakir Paşa’nın yaptırdığı müslüman kabristanında ışığına ve adasına kavuşur. 

Son günlerde üzerine bu kadar okuma yaptıktan sonra merak ederim; Arif Paşa Apartmanı’nın bahçesine kendi elleriyle diktiği mor salkım sahi hala yaşıyor mudur? 

 

 

REFERANS

  • Füreya Koral ile Söyleşi 2015, Cengiz Bektaş
  • Ateş ve Sır, Ferit Edgü
  • Bir Usta, Bir Dünya: Füreya – Sergi Kataloğu, Fatma Türe
  • Harika Çılgınlar, Şirin Devrim
  • Şakir Paşa Köşkü, Nermidil Erner Binark
  • Füreya, Ayşe Kulin
  • Ara Güler fotoğrafları


Tags:  Şakir Paşa Füreya




Previous Post
Art and the City
Next Post
Happy New Year!